El Turco’nun dönüşü
30 Aralık 2010 saat 01:30.
Çok işlek olmayan İzmir Adnan Menderes Havalimanı dış hatlar terminaline gecenin son uçağı iniş yapmış. Koridorda pek fazla insan yok ama kapının açılmasını heyecanla bekleyen 4 kişi göze çarpıyor. Ellerinde “Bienvenido a tu casa Juan el Turco” (evine hoşgeldin Türk Juan) yazılı pankartlar var. En genç olanının elinde bir kamera; herhalde mühim biri geliyor ki çıkış anını kaçırmadan görüntülemek istiyor. Kimmiş acaba bu bekledikleri “el Turco”?. Önemli biri olsa gerek bu kadar hazırlık yapıldığına göre.
Derken kapı açılıyor. Pek öyle pop sanatçısı, film yıldızı gibi birisi de değil; sizin bizim gibi biri çıkıyor. Sanki dağa çıkacakmış gibi giyilmiş montu, botu, renkli kıyafetleri, uzamış sakalları, küçük bir sırtçantası, transfer yapılan hiçbir havalimanının duty-free dükkanının es geçilmediğini gösterir içki şişeleri, 30 saattir yolda olmanın verdiği yorgunluk ve daha da önemlisi tüm bunları bastıran bir mutluluk, gülümseme ve enerjiyle bir genç beliriyor. Sarılmalar, kucaklaşmalar…
Bekleyen bu 4 kişinin ortak özelliği ise aynı soyadına sahip olmaları. Gencin babası, kuzenleri ve amcası. Sonrasında hep birlikte eve gidiliyor, gecenin bir vakti balkonda patlatılan şampanya, sabahın erken saatlerine kadar muhabbet… Genç, halinden son derece memnun. Hatta normalde havaalanına davul-zurnacı çağırılacakmış ama uçak saatlerinde değişiklik olup gecenin bir vakti varıldığı için o plan iptal olmuş. Sabaha karşı herkesin uykusu geliyor ama 7 saat farklı zaman diliminden gelmiş gencin bünyesi hala akşammış gibi hissediyor, ekipte en dinç o.
İlk birkaç gün çok ilginç geliyor “el Turco”ya. Sanki o kadar uzun zamanın ardından birçok şey değişir, bir yabancılık çekilir diye düşünüyordu yol boyunca. Halbuki öyle olmuyor. Aksine şaşırıyor nasıl oldu da bu kadar herşey aynı kaldı diye; adeta hiç bırakılmamış gibi. 1 yıllık bir yolculuk için okyanus ötesine değil de sanki bir haftasonu seyahati için şehir dışına çıkmış gibi hissediyor kendisini. İyi, çok güzel. “Demek ki çok da birşey kaçırmamışım burada yokken” diye düşünüyor.
İlk günler kız arkadaşıyla, akrabalarıyla, arkadaşlarıyla hasret gidermekle geçiyor. Sürekli ilgi odağı olmaktan, aranıp sorulmaktan da gayet hoşnut aslında. Şımartılıyor, şımarıyor bizim genç. Ama bunun da çok sürmeyeceğinin farkında olsa gerek; tadını çıkarmaya çalışıyor elinden geldiğince, insanlar kendisini unutmaya başlamadan.
Hiç anlam veremediği bir takım şeyler de yok değil aslında. 1 yıldır hayatında olmayan rahatsız edici küçücük detayların tekrar yaşamına girmesi bazen sinirlerine dokunuyor. Yok efendim lambanın ampulü patlamış, yerler toz olmuş, turkcell tarifesi değiştirilecekmiş, internetin aylık ödemesi şöyleymiş, kapının kolu böyleymiş, merdivenci kadın su istemiş, evde pirinç bitmiş, kablolu tvci tamire gelmiş, ayakkabının rengi pantolona uymamış, komşular arabanın önünü kapamış. Mış miş müş. Bunlar da yetmiyormuş gibi ekstra hiçbir şey yapmadığı günlerde bile varolan genel giderlerini hesapladığında son 1 yıldır geziyorken bile bundan daha ekonomik yaşamakta olduğunu farkediyor ve şaşırıyor; “acaba yine yollara mı düşsem?” diyor.
İlk 2-3 haftanın ardından şımartılma oranları azalmış, aptallaşma durumları geçmiş ve kafasının uyutulmaya başlamasıyla artık ortama iyice alışmış durumda. 1 sene önce nasılsa benzer yaşamına uyum sağlıyor. Yerinde duramayıp birkaç kez İzmir dışına da çıkıyor tabii bu sırada. Tüm bunların yanında artık yan gelip yatma kısmının sona ermesi gerektiğinin de farkındalığıyla ileriye yönelik planlar, projeler üzerine kafa patlatmaya, sabahtan akşama bilgisayar başında pineklemeye başlıyor. Herşey olması gerektiği, önceden tasarlandığı gibi esasen.
30 Ocak 2011 saat 01:30.
Genç, ülkesine, şehrine, evine geri döneli tam 1 ay oluyor.
Halinden son derece memnun.
Engin Kaban
30 Ocak 2011 – İzmir
Not:
Juan için bakınız: https://rotalatinamerika.wordpress.com/2010/08/11/cesur-turk-juan/
El Turco için bakınız: https://rotalatinamerika.wordpress.com/2010/07/06/patagonya%E2%80%99da-7-el-turco/